Buca’nın kırsal bölgelerindeki su kaynakları, antik dönemlerden beri çevresindeki yerleşimlere hayat vermiştir. Milattan önce 2. ve 4. yüzyıllarda bölgede hüküm süren Romalılar, Aya Anna Vadisi’ni aşan bir su kemeri yapmış ve buradan suyun Kadifekale’ye iletilmesini sağlamışlardır. Bu suyun kaynağının Kozağaç ya da Osmanağa kaynağı olduğu tahmin edilmektedir.
Osmanlı Dönemi’nde de su ihtiyacı kemerler ve borular yoluyla giderilmeye devam edilmiştir. 1654 yılında Osman Ağa, 1674 yılında ise Vezirsuyu kemerini yaptıran Vezir Ahmet Paşa, kendi isimleriyle adlandırılacak olan su yolları ile Kızılçullu düzlüklerinden doğan suların İzmir’e akmasını sağlamışlardır.
Buca kırsalında bir su kaynağı daha vardır ki, diğerlerine göre ismi daha az duyulmuştur. Ancak Buca köyünün suyu 1800’lü ve 1900’lü yılların önemli bir bölümünde bu kaynaktan sağlanmıştır. Kangöl, bu dönemde Buca’nın hayat damarı olmuştur.
(Not: Günümüze daha yakın Türkçe kaynaklarda genelde Kangölü olarak geçiyor ancak eski kaynakların hepsinde Kangöl ismi kullanılmaktadır.)
– Kangöl su yolunun tarihi –
İlginçtir ki, Buca’nın batısındaki Kızılçullu, güneyindeki Kozağaç ve Kangöl bölgeleri ile doğudaki Tahtalı yöresi su kaynakları açısından çok zengin olmasına rağmen, Buca köyünün Osmanlı Dönemi’nde su sıkıntısı çektiği anlaşılmaktadır. 1835’te Buca’yı ziyaret eden Ragusa Dükü, Buca’nın çok güzel köşklere sahip olsa da suyunun kıt olduğunu ve su kıtlığının tarım mahsüllerinde düşüşe sebep olduğunu belirtmektedir. Kararas da 1962 yılında yayınlanan ”Buca: İzmir’in çiçek köyü” isimli kitabında, Buca’nın toprağının kurak olduğunu, köyün ortasında bir kaç çeşme olsa da, yazın suyun iyice azaldığını ve suyun tadının da iyi olmadığını belirtmiştir. 1856 yılında Martha Nicol tarafından yazılan ”Ismeer or Smyrna and its British hospital in 1855” isimli kaynakta ise Buca’daki üzüm bağlarında bulunan geniş ve derin kuyulara dikkat çekilmektedir.
1800’lü yılların ortalarına kadar su ihtiyacı kuyulardan karşılanmakta olan Buca’daki kuyular, o dönemde nüfusu artmakta olan Buca’ya yetmez olmuştur. Bunun üzerine Buca halkı yöredeki su kaynaklarından birini köye getirmek için kolları sıvamıştır. Elbette tüm kaynaklar su getirmek için uygun değildir. Bazı kaynakların su kalitesi düşüktür. Bazı kaynakların toprak türü bir su yolu kurulmasına mani olmaktadır. Bazı kaynaklardan ise rakım dolayısıyla su getirmek mümkün olmamaktadır. Tüm seçenekler göz önüne alındığında; suyu bir mağaradan çıktığından dolayı kontrol altına alınması daha kolay olan ve aynı zamanda Buca’ya da çok uzak olmayan Kangöl kaynağında karar kılınır. Osmanlı belgelerine göre, 1846 yılının Temmuz ayında Kangöl’den su getirilmesi için devletten izin alınır. Masraflar ise Buca halkı tarafından karşılanmıştır. Bunun sonucunda da Buca’nın şebeke suyuna kavuştuğu belirtilmektedir.
Kararas’ın kitabında her ne kadar bir su kemerinden bahsedilse de, Mühendis Vasiliyadis’in yaptığı tek su kemerinin dört gözlü taştan yapılma su kemeri olmadığı anlaşılmaktadır. Eski haritalardan ve fotoğraflardan, Buca’ya su taşıyan Kangöl su yolunun en az beş su kemeri ile desteklendiği düşünülmektedir. Bunlardan geriye iki tanesi kalmıştır. Kararas’ın kitabında diğerlerinden bahsetmeme sebebi ise kitabının basıldığı 1962 senesine kadar diğerlerinin yıkılmış olması olabilir.
Kararas kitabında su kemerleri tamamlandıktan sonra Buca’nın yukarı mahallesinde, Aya Yani Kilisesi’nin az yukarısında bir su deposu inşa edildiğinden bahsetmiştir. Su yolunun bittiği noktada yer alan bu büyük depoya Rumlar ”Küçük Kangöl” demekteydiler. Bir diğer ismi ise ”büyük çeşme” idi. Bu depodan evlere su dağıtılması sağlanmıştır. Buca’nın bazı bölgelerine çeşmeler yapılmış ve halk bu çeşmelerden evlerine su götürmeye başlamıştır. Kararas, üzerinde Arap alfabesiyle yazılmış Türkçe yazılar bulunan 2-3 çeşmeden bahsetmektedir. Ayrıca ara yollara bazı musluklar yapıldığından bahsetmiş ancak ayrıntı vermemiştir. Dokuzçeşmeler her ne kadar bu dönemde henüz yapılmamış olsa da, ilerideki yıllarda yapıldığında suyunu bu depodan aldığı aşikardır.
İlerleyen dönemlerde büyük bir sorun olmamakla beraber, ufak pürüzlerin meydana geldiği anlaşılmaktadır. Ancak bunun esas sebebi insanların kendileridir. Martha Nicol kitabında evlerin su bağlantılarında zaman zaman sorunlar olduğunu belirtmiştir. Bunun sebebi ise bir Türkün ya da bir Rumun su hattını kasıtlı olarak kesmesidir. Kararas ise Buca’daki bazı mahallelerin su deposuna göre yukarıda kaldığını ve dolayısıyla suların o bölgelere ulaşmadığını belirtmektedir. Kararas’a göre, bu bölgedeki evlerden hanımlar, tenekeleri ile suyun aktığı bölgelere gelmekte ve sularını tenekelere doldurarak, elleriyle ya da hayvanlarıyla evlerine taşımaktadır. M. Nicol ise yeni yapıldığı belirtilen su kemerlerinden birinde, Lucca isminde Hırvat bir eşkıyanın çetesi ile Türk jandarması arasında çıkan bir çatışmadan bahsetmektedir. Lucca ve çetesinin bölgeyi çok iyi bildiği belirtilmektedir. Buradan da, su kemerlerinin ve dolayısıyla da su yolunun güvenliğinin büyük oranda sağlanamadığı ve zaman zaman su yoluna kasıtlı olarak zarar verilmiş olabileceği sonucu çıkarılabilir.
Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı dönemlerinde de su yolunun aynı şekilde kullanıldığı düşünülmektedir. Ancak bu dönemde su sıkıntısının zaman zaman meydana geldiği anlaşılmaktadır. 1900’lerin başındaki Buca’nın nüfusu eskiye göre artmıştır. Kararas kitabında Rees ailesinin İşgal Dönemi’nde Kutrufupulos’un çeşmesinin olduğu araziyi satın aldığından ve arazideki suyu, borular yoluyla kendi köşklerine getirdiğinden bahsetmektedir.
1960’lı senelerde Buca’da yeniden su sıkıntılarının baş gösterdiği bilinmektedir. Kangöl bu dönemde yetersiz kalmaya başlamakta ve önemini yavaş yavaş kaybetmektedir. Belediye 1967 senesinde Buca’ya 2 kilometre uzakta keson kuyular açarak su sıkıntısını gidermeye çalışır. Buca’nın nüfusu o kadar hızlı artar ki, bir süre sonra bu kuyular da yetmeyecek ve Buca dışarısındaki kaynaklara başvurulacaktır. Günümüzde Buca’nın suyu Buca’nın dışından, İzmir’in kırsal bölgelerinden getirilmektedir.
1950’li senelere kadar köy görünümünü koruyan Buca, günümüzde bir metropol haline gelmiştir. Dolayısıyla da Buca yerleşiminin tüm işleyişi değişmiştir. Kangöl de suların bol aktığı, tertemiz bir su kaynağından; suların az aktığı, su kalitesinin tartışılır duruma geldiği bir kaynak haline gelmiştir. Yağışlarla birlikte sularında bollaşma olsa da, eski heybetinden eser yoktur. Mağaradan çıkan suyun da kireçli, beyaz parçacıklara sahip bir su olduğu görülmektedir. Elbette suyun tam olarak neler içerdiği, uzmanların yaptığı bir araştırma ile belli olacaktır. Ayrıca, Kangöl kaynağının oluşturduğu Manavur deresinin bazı kollarının da artık su taşımadığı görülmektedir.
Kangöl kaynağı bölgesinde, günümüze kadar gelebilmiş iki adet su kemeri bulunmaktadır. Bu su kemerleri, kaynak sularının tepe yamaçlarına ulaşabilmesini sağlamak için yapılmıştır. Kararas’ın bahsettiği üzere, dört gözlü su kemerinin 1840’lı yıllarda yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu kemer ile aynı dönemde, Buca’nın doğu kırsalında yapılmış olan en az üç tane daha su kemeri saptanmıştır. Ancak bu kemerler günümüze gelememiştir. Bu kemerlerin de dört gözlü su kemeri ile benzer mimariye sahip oldukları ve aynı mühendis tarafından yapıldıkları tahmin edilmektedir. Dört gözlü kemer, eskiye göre tahrip edilmiş olsa da büyük oranda halen sağlamdır. Dikkat çekici bir özelliği ise, 1800’lü yıllarda yapılmasına rağmen, Roma tarzı moloz taş duvar tekniğiyle yapılmış olmasıdır. Gerçekten de dış yapısı itibariyle, Roma dönemi eseri olan Kızılçullu su kemerlerinden kuzeydeki kemere çok benzemektedir. Doç Dr. Ali Kazım Öz, ”İzmir’de yeni bir keşif: Kangölü su kemerleri” isimli makalesinde bu kemeri bir Roma kemeri olarak nitelendirmiştir ve gerçekten de benzemektedir ancak Kararas’ın kitabında, 1840’lı yıllarda Rum mimar Vasiliyadis tarafından yapılan bu kemer açıkça tarif edilmektedir. Kararas bu kemeri ”üç gözlü” olarak tarif etmiştir ancak daha yakından bakıldığında, zaman ile toprağın içini doldurmuş olduğu bir göz daha görülmektedir.
Görüldüğü üzere, Kangöl yöresindeki üç kaynaktan (bu sayı geçmişte daha fazla da olabilir) çıkan sular, iki kemer aracılığıyla Buca’nın güneybatısındaki Kokinos bölgesine ulaşıyor, kuzeye devam ederek günümüzdeki Tınaztepe dolaylarında, günümüze kadar gelememiş olan en az üç su kemeri aracılığıyla Buca köyünün kuzeyine ulaşıyordu. Burada sona eren su yolu, Kararas’ın da belirttiği üzere, yukarı mahalledeki Aya Yani Kilisesi’nin hemen kuzeyindeki bir su tankına aktarılıyor ve Buca köyüne dağıtılıyordu. İşte Kangöl su yolunun çalışması bu şekildeydi.
– Kangöl insan tehdidi altında –
Kangöl’deki tarihi iki su kemeri, günümüzde büyük tehdit altındadır. Bölgenin kırsalda yer alması ve koruma statüsünde olmaması kemerlerin geleceğini büyük tehlikeye atmaktadır. Kemerlerin üzerinde, define avcılarının ve vandalların yarattığı tahribatlar rahatlıkla görülebilmektedir. Bunun yanında bölge içkicilerin mekanı haline gelmektedir. Özellikle daha içeride kalan tek gözlü su kemeri çok ciddi tahribatlara uğramıştır. 1970’li yıllarda taşlarının sağlam olduğu görülen bu kemer, günümüzde ana gövdedeki taşlarının neredeyse yarısını kaybetmiş ve içindeki su borusu tamamen ortaya çıkmıştır.
Kangöl bölgesi, İzmir’de tarihi su yollarının korunabildiği yegane bölgedir. Tarihi kemerlerin yanı sıra, suyu taşıyan borular, su depoları, su borularının içine yerleştirildiği açık ve kapalı tüneller halen mevcuttur. Kangöl bir anlamda tarihi su yolları için bir açık hava müzesi niteliğindedir. Kangöl bölgesinin ve tarihi kemerlerin daha da zarar görmesini önlemek için bölgenin acilen sit alanı olarak ilan edilmesi gerekmektedir. Koruma statüsü ilan edilmediği ve bölge ileride yapılaşmaya açıldığı takdirde bu bölgenin yok olması sürpriz olmayacaktır.
Bu yazı atalarimizintopraklari.com tarafından oluşturulmuştur. Tüm hakları saklıdır. Bu yazının tamamı ya da bir kısmı kitap, dergi ve gazetelerde kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
– Kaynakça –
Buca: İzmir’in çiçek köyü, Nikos Kararas, 1962
Ege Tecim ve Endüstri Büyük Kılavuzu, 1937
Ismeer, or, Smyrna and its British hospital in 1855, Martha Nicol, 1856
İzmir’de yeni bir keşif: Kangölü su kemerleri, Ali Kazım Öz, 2019