1946 yılında ben on yaşındayken, savaş dolayısıyla sığınmak zorunda kaldığımız Atina'dan Buca'ya dönmüştük. Bucalı bir aile olarak bilinmemize rağmen, 24.12.1936 tarihinde İtalyan rahibe okulundan çok da uzak sayılmayan İzmir'deki Petrocoçino sokağında (şimdi 1482. sk.) dünyaya gelmiştim. İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce babam Constantino avlanırken bir kaza geçirmişti ve Atina'daki ünlü bir göz doktoruna gitmiştik. Sonrasında kısmen iyileşme sağlandı ama babam bir gözünü kaybetmeden, görme yitisini kaybetti. Atina'da dünya ile iletişimimiz kesilmişti. Babamın kız kardeşi halam Eugenie (Geny) Lipovatz (1907-1977), kocası Constantin Lipovatz ile Buca'daki çok büyük ve Katolik Kilisesi'nin arkasındaki tüm sokağı kaplayan bir villada kalıyordu. İki tane kapısı vardı, bir tanesi Katolik Kilisesi'nin arka giriş kapısının tam karşısında idi. Diğer bahçe kapısı ise başka bir sokağa (117. sk.) çıkıyordu ve tam karşısında benden daha küçük olan ve beraber oyunlar oynadığım bir oğlu olan Parkinson'ların büyüleyici villası vardı. İleride karşı tarafta Bayan Guiffray'ların evi ve öbür yanındaki sokağın ve İstasyon Caddesi'nin köşesinde Alparslan Evi vardı. Alparslan Bey, ünlü İzmir valisi Rahmi Bey'in oğluydu. Benden biraz daha büyük olmasına rağmen, beraber zaman geçirdik ve bir keresinde Mercedes marka arabasıyla kaza tehlikesi atlattığımızda o geceyi kendisinin evinde geçirmiştim. Bazı yazarlar tarafından bu evin eskiden Rees ailesine ait olduğu söylenmekte.
Buca'da kendimizi Lipovatz Villası'nda bulmuştuk. Çok büyüktü, bir odası sadece konuklar içindi. mutfak o kadar büyüktü ki, mahallenin tüm hizmetlileri burada yemeklerini yerlerdi. Kendimizi Protestan Kilisesine yakın, öbür tarafında da Kapuçin Manastırı olan, çok büyük bahçesi olan ve giriş kapısında 'S' yazan evlerden birine (iki taneydi) attık. Bunlar yakın akrabalarımız Sevastopulos'ların eski mülküydü. İtalya'daki kuzenim Gisele'den aldığım bilgiye göre, başta dört ev varmış ve uzunlukları evimizin birinci katından mezarlarını görebildiğimiz Protestan Mezarlığı kadarmış. Evler eski olmalarına rağmen zariflerdi ve hatırladığım kadarıyla yüksek tavan, ferah odalar ile Güney Fransa'daki evlere benziyorlardı. Adresi iyi hatırlıyorum, eski belediye (Erdem caddesi) sokağı 32 idi. Kapuçin Manastırı ile Protestan Kilisesi arasındaydı ve bizi aradaki alçak bir duvar ayırıyordu. Babam ve kardeşi Emanuele'in bekarken bazen ve özellikle av dönüşü gelerek bu evlerde kaldıkları ailemizde söylenir. Bir keresinde babam eve girememiş (belki de anahtarı unutmuş) ve eve girmek için mezarlığa girerek duvardan atlamayı ummuş. Mezarların arasından bir elin ayağını tuttuğunu farketmiş ve hemen dönerek av tüfeğiyle ateş etmiş. Tabii ki kimse yokmuş, muhtemelen bir bitki. Gece mezarlıktaki huzur dolu geceyi bozduğu için onun adına bir özür borçluyum. 1987'de kilise kapanıp, nikah dairesi olduğu zamanlar, Amerikalı New Hampshire Üniversitesi korosu İzmir'i ziyaret edip, şehrin korosuyla bir performans göstermek istediğinde Karavan Turizm Şirketi'ne bir istek geldi ve böylece kiliseye de biraz borçlanmış oldum. Aklıma hemen Protestan Kilisesi geldi ve dönemin belediye başkanı Cemil Şeboy'u ziyaret ettim. Kendisinden özel bir izin aldım ve kilisedeki orgun güzel sesleri bir kez daha duyuldu. Bu organizasyon yerel üniversite için de iyi bir arkadaşlık olayı oldu ve takdir edilip, yerel basında da işlendi. Bir yıldan biraz uzun süre kaldığımız Sevatopulos evlerine gelince de, yan taraftaki mülke girmek için izin aldım. Şimdilerde Kız Yetiştirme Yurdu olan eski manastır dışında geriye hiç bir şey kalmamıştı. Öyle görünüyor ki, evler yıkılmış ve alanı yurdunkine eklenmiş. Küçük kardeşleri Constantine ve Emanuele'e göre daha sıkı bir iş kadını olan halam Eugenie'nin evleri sonraları elinde tutup tutmadığını bilmiyorum. Şunu söylemeliyim ki babam büyük bir servet kaybettikten sonra tamamen sessizliğe büründü. Bunun için ismini bile bilmediğim bir halamın, Osmanlı Dönemi'nde neden haydutlar tarafından buradaki Sevastopulos evlerinden birinde öldürüldüğünü bile bilmiyorum. Kuzenim Gabriele, bu kişinin bir yetişkin ya da 1917 Rus Devrimi'nden kaçan bir hanım olabileceğini söylüyor. Bir Baltazzi mi Mavrocordato mu ya da bir Sevastopulo mu? Hepsinin burada akrabaları vardı. Hala bir gizem olarak duruyor ve hakkında gerçek bir araştırma gerekli.
Eski belediye sokağındaki (Erdem caddesi) Sevastopulos evlerinin tam karşısında Blackler evi vardı. Sevastopulos evlerine yüzünüzü dönüp sola doğru biraz ilerlediğinizde Balladur'lara ait iki katlı büyük bir ev vardı. Bayan Balladur bana bu evde Türkçe dersleri vermekteydi ve Türkçe'yi iyi ifade edemediğimi hatırlıyorum. Guy Icard, St. Joseph Koleji'nden sınıf arkadaşımdı ve aynı yaştaydık. Onunla Heykel'de caddenin başında, sonradan içine beraber zaman geçireceğimiz sosyal kulüp yapılacak olan De Jongh Köşkü'nün yanındaki görece yeni yapılmış villasında sık sık oynardık. Caddeye şimdi Menderes caddesi deniyor (öncesinde İzmir caddesi). Icard'lar Levanten bir Fransız ailesiydi ve Guy ile Lorraine Icard'ın babası olan Marcel Icard, Giraud'lara ait tekstil fabrikalarından birinin genel müdürüydü. Bildiğim kadarıyla Guy bir Alman kızıyla evlendi ve Almanya'da yaşıyor. Lorraine, Eric Lochner'in oğlu Axel ile evlendi, sonra boşandı ve şimdi Alsancak'ta yaşıyor.
Ayrıca annesi Tita ile birlikte Katolik Kilisesi'nin yanındaki evlerinde yaşayan Remo Cassar'ı hatırlıyorum. Amcam Lipovatz'ın fabrikasında çalışırdı. Beba olarak bilinen Bayan Farkoh, İzmir Yunan Konsolosluğu'nda uzun süre sekreterlik yaptı. Bildiğim kadarıyla hem Remo hem de Beba sonsuza kadar bekar kaldılar.
Ayrıca istasyonda, Rees Köşkü'nün karşısında ahırları ve atları bulunan büyük bir evde yaşayan Evliyazade'leri hatırlıyorum. Mesude Hanım halam Geny'nin yakın arkadaşıydı ve o zamanlarda Türk vatandaşlığı alan Lipovatz'ların, Evliyazadeler'le ve akrabaları olan Adnan Menderes ile fotoğrafını görmüştüm. Yine bir Evliyazade olan Osman ile de bir arkadaşlığımız olmuştu. Lipovatz ailesine mensup, çok kültürlü bir insan olan bir Musevi, Bay Golbert'in evi Icard'ların evinden fazla uzakta değildi. Kendisi sonrasında İsrail'e göç etti.
Buca'da bir buçuk yıldan fazla kalmadık ancak İzmir'e taşındıktan sonra da burası ile iletişimim devam etti. 1950'lerin sonu, 1960'ların başında (1965'te evlendim) Buca'da pek çok arkadaşım vardı ve Livio Mıssır ile yeni bir villaya sahip (1954'te yapıldı) cadde üzerindeki Franco Sponza'ların evlerinde düzenlenen partilere gittim. Daha solunda Roels'lerin (Belçikalı) yaşadığı Flaman tarzı bir villa vardı. O zamanlarda yeni villaların bu bölgede yapıldığı görülüyor. Tam karşısında Paul Micaleff'in evi vardı. Bay Micaleff, bilge biriydi ve onunla konuşmayı ve kendisi de orada yaşayan yeğeni Joyce (şu an Roma'da yaşıyor) ile beraber takılmayı seviyordum. Buca Kulübü'nde tenis de oynadım ve bir turnuvada üçüncü oldum. Corsini gibi aileler de Buca'daydı. Çok genç yaşta ölen Bruno Corsini başarılı bir sporcuydu ve Kültürpark tenis kulübünde de partnerimdi. Beraber pek çok maç ve kupa kazandık. Macar asıllı Dologh ailesi de Buca'daydı. Torunları Geza Dologh şu an İzmir'de yaşıyor ve İzmir Denizcilik Odası'nın başkanı. Kendisiyle Türkiye'deki yat ve deniz turizminin gelişmesi hakkında işbirliği yapıyoruz. Kardeşi Bence Dologh, Jocelyne Micaleff ile evliydi ve maalesef kendisini çok genç yaşta kaybettik. Mıssır'lar (bu isim ile bir kaç aile var) ve Russo'lar da Buca'da yaşadılar.
Bugün bildiğim kadarıyla Bayan Caporal, bazen Katolik Kilisesi'nin karşısındaki evinde kalıyor. Kendisi bizi 2004'deki Levanten Turu'nda sıcakkanlılıkla karşılamıştı. Franco Sponza bahsetmiş olduğum villada yaşıyor ve kardeşi Mario Sponza yakın zamanlarda restore edilmiş eski bir evde yaşamakta. Bayan Lotte Filipucci Romano eski Micaleff Villası'na yakın bir evde yaşıyor. Ayrıca Toto Karakulak ile Giulia Corsini'nin de Buca'da evleri olduğu söylendi.
Alex Baltazzi, 2007
İngilizce'den Türkçe'ye çevrilmiştir.
Kaynak: levantineheritage.com