Türkiye ekonomisinin önemli lokomotiflerinden biri de kuşkusuz inşaat sektörü. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren dünyadaki ekonomik durgunluğu azaltmak ve 2008-09 krizinin etkilerini hafifletmek için, ABD (FED), Avrupa (ECB) ve Japonya (BOJ) merkez bankalarının uluslararası piyasalara geniş likidite sağladığı ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin de döviz bolluğu sayesinde pek çok yatırıma imza attığı bilinmekte. Türkiye de kuşkusuz gelişmekte olan bir ülke olarak ve artan genç nüfusuyla beraber, yabancı sermaye bolluğundan en fazla yararlanan ülkelerden biri oldu.
Ne var ki, ilerleyen yıllarda ülkeye gelen dövizlerin geleceğe yatırım amaçlı kullanmaktan ziyade, iç talebe yönelik kullanıldığı ve başta inşaat olmak üzere kalıcı olmayan alanlara yatırım yapıldığı ve ekonomik büyüme sağlamak uğruna, cari açık ve enflasyon tehlikesinin görmezden gelindiği bugün çok daha net bir şekilde anlaşılıyor. Pek çok Türk yatırımcı, rahat bir şekilde bulduğu dövizi sanayi gibi kalıcı yatırımlara dönüştürmek yerine inşaat gibi yatırımlara yatırdı ve konut talebi azalınca da satış yapamadığı gibi, FED başta olmak üzere önemli merkez banklarının ileride para sıkılaştırmasına gideceğinin sinyallerini vermesiyle birlikte, düşük faizli döviz bulmakta da zorlanır oldu. Liranın döviz karşısında değer kaybetmesiyle beraber ise bu şirketlerin ilerleyen aylarda borçlarını nasıl ödeyecekleri de başka bir soru işareti. Günümüzde cari açığı giderek büyüyen ve hem enflasyonun hem de faizin aynı anda yükseldiği, faiz-enflasyon sarmalına yakalanmış bir ekonomi var.
İnşaat sektörüne yapılan yatırımlar sadece ekonomiye zarar vermekle kalmadı, İzmir de dahil olmak üzere şehirlerin tüm estetiğini mahvetti. Bu durumun sadece Türkiye’ye ait olmadığını ve Mısır, İran, Lübnan gibi tarihi çok zengin ülkelerde de durumun aynı olduğunu belirtmeliyiz. Şehirlerin tarihi dokusu zarar görmekle beraber, şehirler adeta kendi kimliklerini kaybettiler. Su yatakları kurudu, yeşil alanlarını kaybettiler. Trafik sorunları baş gösterdi. Mahalle kültürü yok oldu.
Buca ilçesi de maalesef inşaat furyasından kurtulamayan yerleşim birimlerinden bir tanesi haline geldi. Buca, 1970’lerden beri zaten sürekli genişleme halindeydi. Önce Zeytintepe civarı yerleşime açıldı, sonra günümüzdeki Kozağaç, Menderes, Vali Rahmi Bey gibi mahalleler oluştu. İşçievleri semti meydana geldi. Sonrasında Şirinyer ve Buca arasındaki tarlalar da betonlaştı ve sonrasında Buca’nın güney kırsalı yerleşime açıldı ve en sonunda da Buca Koop. ve Evka gibi mahalleler meydana gelerek bir zamanların üzüm kokan Buca’sı adeta betonkent haline geldi. Günümüzde de yapılaşma durmuş değil. Buca’nın dışındaki Zafer mahallesi yapılaşmaya başladı, DEÜ Tınaztepe Kampüsü çevresi ve güneyi de son yıllarda inanılmaz bir inşaat furyasına kapıldı ve hatta Buca’nın köylerinde bile eşi benzeri görülmemiş bir şekilde evler yapılmaya, doğal görünüm bozulmaya başlandı.
Yukarıdaki kısa özet bile zaten Buca’nın nasıl da hızlı bir şekilde yapılaştığının göstergesi. Ancak Buca’nın başına gelenler burada bitmedi. Tarihi Yaylacık ve Adatepe mahalleleri merkezi konumda ve dolayısıyla da maddi olarak da çok kıymetli durumdalar. Yaylacık ve Adatepe mahalleleri, güneyindeki küçük bir alan haricinde sit alanı içerisinde sayılmıyorlar. Yani her türlü yapılaşmayı yapmak mümkün. Bunun sonucunda da, özellikle 2010’lara kadar tarihi görüntülerini korumuş olsalar da, sonrasında Türkiye’deki inşaat sektörünün atılımından onlar da etkilenmeye başladılar. Tabii, buradaki evlerini satışa çıkaran insanları suçlamak kesinlikle söz konusu değil. Tarihi yapıları koruma işi vatandaşlara ait değildir. Zaten çok külfetlidir ve herkes altından kalkamaz. Bu noktada, devlet tarihi yapıları gerekirse kamulaştırır ve restore ederek korumaya alır. Mülk sahiplerine de ücreti neyse öder. Merkezi ve yerel otoriteler bırakın bu yapıları korumayı, inşaatı daha da teşvik politikaları ile meşgul olunca, buradaki mülk sahipleri de bir-iki katlı eski yapılar yerine en az üç-dört katlı apartmanlar yaptırarak geleceklerini güvence altına alma yoluna gittiler. Son yıllarda liranın gelişmiş ülke para birimleri karşısında değer kaybetmesi, gayrimenkule yatırımı daha da hızlandırdı. Bunun sonucunda ise 2010’lu yıllardan itibaren Yaylacık ve Adatepe mahallelerindeki tarihi evler birer birer yıkılmaya başladı ve mahallenin görünümü zamanla değişti.
Burada Yaylacık ve Adatepe mahalleleri ile ilgili kısa da olsa tarihi bilgiler verelim. Bu iki mahalle Dumlupınar mahallesi kadar kaliteli ve iyi korunmuş evlere elbette sahip değil. Ancak, Yukarı mahallelerin de Buca tarihi açısından, ve sadece Türk ve Müslümanlar değil, aşağı mahalleli Levantenler açısından olmasa da, Rumlar açısından çok önemli bir yeri var. Buca’nın ilk yerleşimi Yaylacık mahallesinin güneyi ve doğusu ile, Adatepe mahallesinin batısı ve güney kesimidir. Dumlupınar mahallesi kuzey kesimi dışında, sonradan oluşan bir mahalledir. Buca’nın 1600’lü yıllarda küçük bir Rum köyü olduğu biliniyor ve bu da Yaylacık ile Adatepe mahallelerinin aslında en az 400 yıllık mahalleler olduğunu ortaya koyuyor. 1800’lü yıllarda Dumlupınar mahallesi oluşuyor ve bu üç mahalle, 1950’li yıllara kadar eski Buca’yı oluşturuyor. İnanması güç olsa da, Buca’daki diğer mahallelerin tarihi 60-70 yıldan öteye gidememektedir.
Rumlar’ın kutsal kabul ettikleri Yukarı Aya Yani Kilisesi de yukarı mahallededir ve yapım tarihi 1796’dır. Günümüzde her ne kadar giriş kapısı kalmış olsa da zaman zaman Rumlar’ın buraya gelerek en azından dış kapı önünde fotoğraf çektirdikleri görülmekte. Atina yakınlarındaki Yeni Buca kasabasındaki Aya Yani Kilisesi’nin de 1952’de temeli atılırken, temeline koyulan ilk taş da bu kiliseye ait orijinal taştır. Cumhuriyetten sonra ise Rumlar artık yok ve yerlerine Balkanlar’ın çeşitli yerlerinden Türk, Boşnak ve Arnavut Müslümanlar gelmeye başlıyor. Bu insanlardan özellikle çiftçilikle geçinenler yukarıdaki mahalleye yerleşiyorlar. O zaman Buca’da iki tane mahalle var. Yukarı ve aşağı mahalleler. Yukarı mahallenin Yaylacık ve Adatepe olarak ikiye ayrılması sonradan oluyor. Yukarı mahallenin Tıngırtepe’ye doğru olan kısımları da Buca’ya henüz yeni gelmiş olan göçmenler tarafından dolduruluyor ve günümüzdeki Yaylacık mahallesinin sınırları bu dönemde oluşuyor. Mahallenin adına da Yunanistan’dan geldikleri Yaylacık köyünün anısını yaşatmak için bu ismi veriyorlar. Günümüzde kökeni 1920 ve 1930’lara dayanan Bucalılar’ın hemen hepsinin dedelerinin ve ninelerinin Yaylacık mahallesi ile bir irtibatı olmuştur. Adatepe mahallesinin günümüzdeki sınırlarının oluşması ise daha sonraki dönemlerde oluyor. Sonuç olarak hem Müslümanlar hem de Rumlar açısından bu iki mahalle, yani eski adıyla yukarı mahalle tarihi öneme sahip olduğu kadar, duygusal öneme de sahip. İnsanlar bu sokaklarda yürürken aynı zamanda dedelerinin on yıllar önce geçtiği sokaklardan geçiyorlar.
Pek çok Bucalı için sayısız anıya sahip yukarı mahallelerin dört-beş katlı binalarla dolması, tarihi Buca’nın yukarı kesimini betondan oluşma, ruhsuz bir hüvviyete sokacak, sokmaya başladı da. Eskinin mahalle geleneği zaten ölmeye başladı. Komşuluklar yok olmakta. Eskinin tarihi evlerinin yerindeki apartmanlarda birbirini tanımayan onlarca insan yaşıyor. Bunun yanında yukarı mahallenin Boşnak ve Arnavut kültürü de yok oluyor. Yukarı mahalleler tamamen kozmopolit bir yapıya bürünüyor. Elbette 81 milyon vatandaşın istediği yerde yaşama hakkı var ancak bu derece biçimsiz ve kontrolsüz bir değişim, ileride demografik sorunlara da sebep olabilir.
Buca’daki inşaat faaliyetleri ile ilgili trajikomik olan ise, tüm bu yapılan faaliyetlerin sözde ‘kentsel dönüşüm’ adıyla yapılıyor olması. Yaylacık mahallesinde ya da Adatepe mahallesinde kentsel dönüşüm falan yok. İki mahallenin üstüne adeta havadan beton yağıyor. Kentsel dönüşümde çarpık yapılaşmaya maruz kalan bölge, tarihi yapılar dışında tamamen veya büyük oranda yıkılır ve tarihi eserler restore edildikten sonra, yıkılan bölgeye düzenli bir şekilde yapılar inşaa edilir. Yollar geniştir. Ağaçlandırma yapılır. Buca’da ise bir-iki katlı evlerin yerine, dört-beş katlı evler gelişigüzel bir şekilde yapılıyor. Zaten dar olan yukarı mahallenin sokakları, daha da yaşanılmaz bir hale gelecek. İnsanlar nefes almakta güçlük çekecekler. Muhtemelen kimse gelip ağaç falan da dikmeyecek. Zira, Zeytintepe aynı bu durumda. Bir zamanlar zeytin ağaçlarıyla kaplı Buca’nın güneyindeki bu tepe, günümüzde adeta ‘betontepe’ olmuş durumda ve sokaklarında yürürken insan boğulacak gibi oluyor. Sokaklarda bırakın zeytini, tek bir ağaç yok. Yukarı mahallelerin de Zeytintepe gibi olmaması için hiç bir sebep yok. Buca’nın yukarı mahallesi ölüyor. Bundan sonra umulabilecek tek şey en azından geriye kalan tarihi yapıların korunabilmesi. Bunun için de devlet desteği gerekiyor. Hükümet ise inşaat sektörünün yaşaması için enflasyonun artması pahasına bile faizleri düşürmeye bu kadar hevesliyken, restorasyon ve koruma projeleri gündeme gelir mi, bu da ayrı bir soru işareti. Buca Belediyesi’nin de tarihi yapıların korunması için kuşkusuz çaba göstermesi önemli ve göstermeli de, gerekirse sponsor bulunmalı, işletmeciler restorasyon yapmaları için teşvik edilmeli, Ankara’dan destek istenmeli. Bunlardan hepsinden de önemlisi Yaylacık mahallesi ve Adatepe mahallesinin tarihi sokakları bir an önce sit alanı içerisine dahil edilmelidir. Aksi takdirde 10-15 sene içerisinde günümüzdeki tarihi yukarı mahalle evlerinin pek çoğu sadece anılarda ve fotoğraflarda olacak.
Ek Haritalar: Buca sit alanı haritası, Yaylacık mahallesi, Adatepe mahallesi.
Bu yazı atalarimizintopraklari.com tarafından oluşturulmuştur. Tüm hakları saklıdır. Bu yazının tamamı ya da bir kısmı kitap, dergi ve gazetelerde kaynak gösterilmeden kullanılamaz.