- Önsöz -
Bu yazı Birinci Dünya Savaşı sırasında Buca'da yaşananlar hakkında bilgi vermek için yazılmıştır. Alınan bilgilerin çoğuna da Avrupalı ailelerin yazdıkları günlükler ve hatıralar sayesinde ulaşılmaktadır. Avrupalı ailelere verilen genel isimle Levantenlerin yazdığı bu hatıralar, savaş sırasında Buca'da günlük hayatın nasıl sürdüğü hakkında az da olsa bir fikir vermektedir. Bu dönemde Buca'da çok az Müslüman yaşamaktaydı. Bu dönemlerde Buca'daki Müslüman kesimin ise daha çok askerlerden oluştuğu bilinmektedir. Bundan dolayı da Buca'daki günlük yaşam hakkında önemli bilgiler Avrupalılardan gelmektedir.
- Büyük Harp ve Levantenler -
Birinci Dünya Savaşı sadece Türkler tarafından değil, Avrupalılar tarafından da ''büyük harp'' (great war) olarak adlandırılmıştır. Öyle ki, Avrupalılar o güne kadar dünya tarihinde görülmemiş, böylesine büyük bir savaşın bir daha asla yaşanamayacağını düşünüyorlardı. Hiç kuşku yok ki, o dönemde İzmir'de yaşayan Avrupalı aileler de savaştan memnun değillerdi. Ailelerin pek çoğunun ülkelerine bağlı insanlar olduğu anlaşılmaktadır. Pek çoğunun evlatları İtilaf devletlerinin ordularında, Osmanlı Devleti'nin dahil olduğu İttifak devletlerine karşı savaşmışlardır. Yine de, kapitülasyonların verdiği imtiyazlar sayesinde pek çok Avrupalı aile bu topraklarda büyük servetler edinmişlerdi ve savaşın gelmesi hiç şüphesiz onlara da ağır bir darbe vurmuştu.
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte aslında Levanten yaşamının bir daha asla eskisi gibi olmadığı da görülmektedir. Savaş zaten işlerine büyük darbe vurmuş, sonrasında ise 1920'li yıllarda gelen Kemalist rejimle birlikte Levantenlerin pek çok malı kamulaştırılmış ve sonrasında da Levantenler Türkiye'yi yavaş yavaş terketmeye başlamışlardır. Bu durum Buca aileleri için de geçerlidir. Rees, Forbes gibi köklü Buca aileleri savaştan sonra Buca'da temelli olarak kalmamışlardır.
- Buca'da Yaşananlar -
Grace Williamson, yazdığı hatıralarında 27 Ekim 1914'te İskenderiye'den İzmir'e geçtiğini anlatıyor. Williamson ailesinin Buca'da bir evi vardı (not 1) ancak çoğunlukla İskenderiye'de kalıyorlardı. O dönemde İskenderiye de tıpkı İzmir gibi kıymetli bir liman şehriydi ve Süveyş Kanalı'nı geçmeden önce pek çok geminin de uğrama noktasıydı. Buca'ya geldiklerinde Buca'daki İngiliz ailelerde bir heyecan vardı. Türkiye ile Rusya'nın arasında savaş çıkmıştı ve pek çoğu isyan çıkması durumunda ne yapılacağı hakkında uzun uzun düşünüyorlardı.
''Ertesi sabah her zaman olduğu gibi saat 8'de trenle şehire gittik. Herkeste büyük bir heyecan vardı. Gün ortasında konsolosumuz Heathcote Smith'in pasaportu geri alınmıştı ve konsolosluğumuzdaki bayrak indirilmişti. İşte savaşın soğuk pençesi üzerimizdeydi. Ya şimdi bize ne olacaktı? Türkler her zaman Türklerdir. Bu Hıristiyanlar'ın ellerinden çektiği ilk zaman olmayacak. Gün ortasında trende büyük bir heyecan vardı. Mısır'dan gelirken limanda gördüğüm iki Türk botu İngilizler tarafından batırılmıştı. İzmir Limanı kapatılmıştı. İki İngiliz tüccar vapuru mürettebatı esir alınmış ve hükümet konağına götürülmüştü.'' diyerek savaşın ilk başladığı zamanları anlatıyor ve devam ediyor:
''Akşam demiryolu yöneticisinin asistanı Francis Holton geldi ve ertesi gün akşam saat 6'da Urla'da bir buharlının bekleyeceğini ve gitmek isteyenlerin gidebileceğini, validen güvenli bir şekilde ayrılmaları için izin aldıklarını söyledi.'' Sonraki gün ise pek çok yabancı aile hızla eşyalarını toplayarak ayrılıyor ve ertesi gün sabah 10'da eşyaları taşımak için araçlar kalkmaya başlıyor. Buradan anlaşılan, Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında Buca'daki ailelerin çoğunun köyü terketmiş oldukları.
Ertesi gün Buca'daki tren istasyonunda büyük bir karmaşa vardı. Bucalı pek çok aile alabildiği pek çok eşyayı almış ve trenin gitmesini bekliyorlardı. Aralarında kalkacak olan trenin, Buca'dan kalkan son tren olacağı konusunda bir söylenti vardı.
8 Kasım'da Williamson ailesinin Buca'daki evine Türkler tarafından el konuldu. Evdeki subaylar Fransızca konuşuyorlardı ve bilgili insanlara benziyorlardı. Williamson ailesi o sayede evlerinin fazla zarar görmeyeceğini umuyordu. Aynı zamanda askerlere eşyalarının olduğu listeyi gösterdiler ve döndüklerinde eşyalarının tam olmasını istediler. Askerler fazla eşya almalarına izin vermiyordu ve evi dolu istiyorlardı. Evlerinin yakınındaki Moratini, Russel ve Heathcote ailelerinin evlerinin de askerler tarafından alındığını söylüyor ve sonra ekliyor: ''Aslında Buca'daki hemen hemen tüm evler alınmıştı.'' Burada ''tüm evler'' derken muhtemelen Avrupalılar'a ait evlerin çoğuna el konulduğundan bahsediyor. İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizler ne de olsa artık Osmanlı Devleti'nin karşı safındaydı ve evlerine el koymak pek de sorunmuş gibi gözükmüyordu. Elbette devletin Rum ahali ile bir sorunu yoktu ve Bucalı Rumlar'ın 1922'ye kadar Buca'da evlerinde yaşamaya devam ettiği anlaşılıyor. Ertesi gün tekrar eve gittiğinde, evlerinde Türk subaylarının olduğunu ve annesinin köşesinde ''şişman bir Türk'ün'' oturmuş olduğunu yazıyor ve devam ediyor:
''Ben ve Jackie Buca'ya gittiğimizde orayı çok değişmiş bulmuştuk. Her yerde askerler vardı ve aldıkları evlere kırmızı-beyaz bayraklar asıyorlardı. Tommy Rees'in bahçesinde Pertef Paşa ikamet etmeye başlamıştı. Buca'yı asla tanıyamazdınız. Bu kadar sürede ne kadar çok şey değişmişti.''
10 Kasım'da Buca'da sıkıyönetim olduğunu yazan Williamson, saat 6'dan sonra dışarı çıkmanın yasak olduğunu söylüyor. Ancak Türkler onlara karşı iyi davranıyordu ve sokaklarda sessizlik hakimdi. Aynı zamanda Bliss Köşkü'nün o dönemki sahibi Gordon ailesinin de bu dönemde Buca'dan ayrıldığını ve Urla üzerinden Türkiye'yi terkedebilen tek Buca ailesi olduğunu söylüyor. Ancak ertesi gün Bayan Gordon gemi olmadığı için geri dönmüş. Evini kiraya verdiği için Buca'da kalacak yeri yokmuş. Bunun üzerine Williamson'lar da kendisine yardım etmiş. Bir, iki gün içinde yeniden ayrılmayı planlıyordu ve Türkler'in İngilizler'i esir kampına alacağı yönünde söylentiler vardı. 13 Kasım'da Williamson ailesinden iki kişi, Pengelley ailesinden iki kişi ve Bayan Gordon'ın Buca'dan ayrılması için yeniden gerekli ayarlamalar yapıldı. Ancak bu sefer de Türkler Buca'dan ayrılmak isteyen kişilerin eşyalarını götürmesine izin vermiyordu. Williamson'ın elindeki küçük çantaya bile izin verilmemişti. Aynı gün, Buca'daki tüm İngiliz ailelerin Rees Köşkü'nde kalan Pertev Paşa'nın ziyaretine gitmesi söylendi. Ertesi gün ise demiryolu yöneticilerinden Herbert Barfield'ın Buca'dan ayrılmasına izin verilmedi. Demiryollarına el koyan Türkler için çalışacaktı.19 Kasım'da Barff ailesinin kendilerini ziyarete geldiğini ve Williamson'lara evlerindeki eşyaların istendiğini söylediklerini görüyoruz. Ayrıca küçük evleri de ellerinden alınmıştı. Ayrıca Buca'daki sokaklar çok kirli durumdaydı. Buca'daki aileler yavaş yavaş da olsa sonradan Buca'yı terketme imkanı buldular ve ayrılmak isteyenler ayrıldılar. Eric de Jongh evde kalıyordu, eşyalarına göz kulak olacaktı. Pengelley ailesi de yakında gitmeyi düşünüyordu.
Grace Williamson'ın anılarından anlaşılan, o dönemde İngiliz ailelere savaş dolayısıyla fiziki olarak olmasa da, zihinsel anlamda zor günler geçirtildiğidir. Pek çoğunun evine ve eşyalarına el konulmuştur. Bir süre sonra seyahat etmeleri bile zorlaştırılmıştır. İngilizlerin dışındaki ailelere ise ne olduğu konusunda fazla bir bilgi yok.
Buca ile ilgili yazdığı diğer dikkat çekici notlara bakalım. Buca'daki Rum Okulu hastahaneye çevrilmiş ve Bay Manikopulo başına getirilmişti. Ayrıca eşi Bayan Manikopulo da bayanlar komitesinde hastahane ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıyordu. Hastahaneye getirilen yataklar evlerden toplanarak getirilmişti ve Türkler tam olarak nasıl bir düzen kuracaklarını bilememişlerdi. Etrafın silinmesi gerektiğini bile kadınlar komitesindekiler anlatmışlardı. Forbes ailesinin evleri alınmamıştı ancak onlara ait motorlar, atlar ve at arabalarına el konulmuştu. 29 Kasım'da pek çok İngiliz demiryolu çalışanı savaş esiri olarak Manisa'ya götürüldü. Kalanlar ise başlarında askerler olduğu için bir yere gidemiyorlardı.
30 Kasım 1914 itibariyle Buca'da çok az İngiliz kaldığını yazıyor Grace Williamson. Bundan sonrasına kronolojik olarak bakalım ve Williamson'ın yazdığı şekilde okuyalım:
29 Aralık 1914: Pengelley'lerin Buca'dan ayrılırken terkettikleri eve (not 2) Türk bir paşa el koydu.
12 Ocak 1915: Vali yerel halka iyi davranıyor ve belli ki kendisini sevdirmeye çalışıyor.
13 Ocak: Kasaba sessiz ve hiç bir haber yok. Bir bey, Becky'lerin evini işgal etti. Anahtarları istedi ve vermek zorunda kaldılar. Başka çareleri yoktu. Fransızlarınkilere (evleri) ve tüm okullara da, Amerikalılarınki hariç el konuldu. Tüm Kapuçinler ile rahibeler gönderildi ve yerleri de ellerinden alındı. Tüm çalışabilir erkekler hizmete alındı ve kadın ile çocuklar açlığa terkedildi. Daha bu ne kadar sürecek?
4 Mart: Bay Manikopulo'nun cenazesi için aydınlık ve güzel bir gün. Tüm köy ona eşlik etti ve tepedeki Aya Yani Kilisesi'ne gömüldü. Buca'nın gördüğü en büyük cenaze törenlerinden biriydi. Herkes tarafından çok sevilirdi. İngilizler'in Çanakkale'yi geçtiklerine dair söylentiler var. Ancak buna henüz inanamadık. Ayrıca General Weber'in Bandırma'daki bir savaşta öldürüldüğünü söylüyorlar.
5 Mart: İzmir'deki limanda bombardıman başladı! Patlamaların sesini heyecanla dinliyorum. Öğlen 2'de ilk atışı duyduk. Sonra tekrar ve tekrar. Bayan Birge ile kordona gitmeye ve (Karşıyaka'daki) bombardımanı izlemeye karar verdik. Çok heyecan vericiydi. Kordonda pek çok erkek vardı ama kadın sayısı çok azdı. Paradiso'daki (günümüzde Şirinyer) insanlar Buca'ya geldi. Oradan sesler çok kötü geliyormuş ancak Buca da farksız durumda. Bucalı kadınlar büyük bir korkuyla çığlık atıyorlar.
6 Mart: Sabah 8'de büyük bir bombardıman yeniden başladı. Tüm ev sallandı ve pencereler tıngırdadı. Alithea ve ben tekrar kordona gittik ve yine pek çok insan bombardımanı izliyordu. İki saat boyunca devam eden atışlardan sonra, gemiler gittiler. Türkler bu sefer gemileri korkuttuklarını söylüyorlar. Gemilerin gerçekten gitmiş olması mümkün mü? 14.20: Bombardıman yeniden başladı. Görünürde sadece iki gemi vardı. Türkler sert bir karşılık verdi ve gemiler 40 dakika sonra yeniden gittiler. Bunun anlamı ne olabilirdi? Gemiler gittikten sonra tüm İngiliz ve Fransızlar tutuklandı ve esir alındılar. İzmir ve Karşıyaka'dakiler, Konak'takiler, Bornova'dakiler ve Buca'dakiler. Herkes ortadan kayboldu. Yaşlılar bile.
8 Mart: Zavallı yaşlı Bay Barff'ın eşi Julie'den alındığını duyunca göz yaşlarına boğulduk. Kendisi çok yaşlı ve umuyoruz ki, yakında eve dönmesine izin verirler. 60 yaş üştü tüm İngilizlerin evlerine dönmesine izin verildi ancak evlerinden uzağa gidemeyecekler.
10 Mart: Değişik bir şey yok. İnsanlar (bombardıman dolayısıyla) dağlara kaçmaya devam ediyor. İstasyon meydanına bakan pencerelerimizden Türkler'in el arabalarıyla geldiklerini görüyoruz.
11 Mart: (Bombardımandan dolayı) Bayan Guiffray çılgına dönmüş durumda. Buca'da Aliotti'lerin evine gidecekmiş. Oraya gittikten sonra ne yapmayı düşünüyor, kimsenin bir fikri yok.
28 Nisan: Pertev Paşa tarafından davet edildiğimiz Paradiso'daki at yarışı alanında düzenlenen ve İngiliz ailelerin olduğu bir partiye katıldık. Türk subaylar bize iyi davrandı. Elbette pek çok da Alman subayı vardı ancak bize pek de iyi bir bakış atmıyorlardı. Anlaşılan (savaşta) İngilizler'in onlara davranış biçimini beğenmemişler.
30 Nisan: Buca'da iki gün geçirdim. Rees'lerin evi ve konak tıklım tıklımdı. Türkler'in İngilizler'e karşı olan zaferi kutlanıyordu. Öyle görünüyor ki, kara kuvvetlerini denize sürmüşler, binlercesini öldürmüşler ve bir kaç gemi batırmışlar. Söylediklerine baktığınızda İngilizler'in tamamen yenildiğini ve tüm donanmanın battığını düşünürsünüz. Haber alamıyoruz ama muhtemelen Türkler'in söyledikleri tamamen yalandır. Evlerde subaylar ziyafetler veriyordu ve gerçekten de zafer kazandıklarına inanıyorlardı. Deliler! Buca'daki evimizden bir kaç fotoğraf getirmeye gittim ve o da ne! Evimiz harabeye dönmüştü ve bahçe kurumuştu. Üzerinde kuzular otlanıyordu. Mutfak eskisine göre tanınmaz haldeydi.
28 Mayıs: İlaçların fiyatı dört katına çıktı ve bazı ilaçlar bulunamıyor. Bazı kişiler belki bir yere saklamışlardır diye gelerek kilisemizi kontrol ettiler.
26 Ağustos: Sabah saat 6'da bir uçak bizi yine ziyaret etti. Önce bir ateş sesi duyuldu. Yatağımdan fırlayıp cama koştum. Gökyüzünde uçuyordu. Türkler ateş edip onu uzaklaştırdılar. En azından bu heyecana tanık oluyoruz. Uzun süredir ne bir mektup ne de haber alabiliyoruz. Hiç bu kadar dışarıya kapalı olmamıştık.
3 Eylül: Eylül ayınının birinde, sultanın doğum günü olduğu için Buca'da gösteriler vardı. Becky'nin eski evinin önünde beş meşale yaktılar ve davulla birlikte askerler dans etti. Perkin'lerin kızları, Ida Peacock ve Louisa Langdon, Tommy Rees'in bahçesindeki Avrupa tarzı bir eğlenceye katılmaya gittiler. Askeri bando çalıyordu ancak çok düzdü. Kimse gülmüyordu. Çok ciddi ve tam Türk gibilerdi. Ne demek istediğimi bilirsiniz.
2 Ekim: Bugün büyük bir Osmanlı birliği İzmir'i terketti. Pertev Paşa ve kurmayları da gittiler. Buca boşaltıldı ve Pazartesi'den itibaren evlerimize yeniden yerleşebileceğiz. Evlerimiz askerlerin ellerinde on aydan beri duruyordu. Annem ve Lilla eve geldi. Bize, İzmir'e dokunulmayacağını ve güvende olduğumuzu söylüyorlar. Kiliseler, hastahaneler ve okullarından siyah-beyaz bayrakların indirilmeye başlandığını farkettim. Bu da artık hava saldırılarına maruz kalmayacağımız anlamına geliyor.
6 Ekim: Buca'daki evimizde eşyalarımızı kurtarmak için sadece üç günümüz vardı. Askerler gittiğinde evden gelen koku tarif edilemezdi. İçerideki koku birini öldürmeye yetecek boyuttaydı. Odam ambar olarak kullanılmıştı ve Türk bakkal dükkanı bile yanında daha temiz kalırdı. Bazı yerlere giremedik bile. Bu kadar kötü durumdalardı.
8 Ekim: Hala eşyalarımızı temizliyoruz. Temizlenemeyecek olanları yakıyoruz. Annem aylar sonra ilk defa Buca'ya geldi. Bay Barff kendisini çaya davet etti. Bir el arabasını oraya götürdü. İyi bir gün geçirmişti ancak çok yoruldu, bir daha asla evden çıkmayacağını söyledi.
22 Ekim: Başka bir Türk birliği geldi ve yeniden evlere yerleştiler. Buca yeniden askerlerin eline geçti. Çanakkale'deki savaştan geliyorlar ve çoğunlukla yaralarını sarmak için buradalar.
7 Kasım: Buca'daki hastahanedeki kızlar çok meşguller. Çanakkale'den gelen askerlerin yaralarını sarıyorlar.
17 Kasım: Tommy Rees'in evi kızlar okuluna dönüştürüldü. Tüm mobilyalar satılmış veya birileri tarafında götürülmüş.
8 Ocak 1916: Francis Barker'ın Mityline'de para kazandığını duyduk. Reesler de büyük bir servet yapmışlar. Evleri ise kız okuluna dönüştürüldü. Küçük ev, konağa dönüştürüldü. Diğer iki ev, Gordon ve Willie Rees'lerin evleri ise hastahane yapıldı. Artık Türkiye Türkler için. Demiryolu çok kötü durumda. Barfield bir halini görseydi keşke. Demiryolu hattında çok kötü bir kaza geçirdiler. Ve neredeyse tüm kazanları yakıyorlar. Linyit kömürü kullanıyorlar ve çok kötü kokuyor. Muhafızlar ve çalışanların çoğu genç Türkler.
6 Şubat: Her yerde söylentiler dolaşıyor ve Türkler'in buraya doğru bir saldırı beklediği söyleniyor. Pek çok asker buraya geldi ve Pertev Paşa da Buca'ya yeniden geldi. Kalanı hafta boyunca gelmeye devam edecekmiş. Buca yeniden işgal edildi. Becky'nin evini yeniden aldılar. Pertev Paşa Forbes Evi'nde yaşayacak. Rees Evi ise kızlar okuluna dönüştürüldü. Buca'yı tanıyamazsınız. Willie Rees ve Gordon evleri hastahaneye dönüştürüldü. Mümkün olduğunca her evi aldılar. Bu kıtlık döneminde nakit para çok önemli hale geldi. Rumlar ve pek çok genç insan fakirlere yardım amacıyla tiyatro oyunları düzenliyorlar. Bana büyük bir başarı gibi geliyor. Ida Peacock dans edecek, diğerleri de şarkı söyleyip oyunlar oynayacaklar.
9 Şubat: Dün bir uçak üstümüzden geçti ve bombardıman sesleri duyduk. Tepelerdeki tüm köyler harabeye dönmüş durumda. Hiç bir şey yapılamıyor.
10 Şubat: Bugün bombardıman yok. Dün sadece dört saat sürdüğü için de hayal kırıklığına uğradık. Dün Buca'da büyük bir heyecan vardı. Herkes ''Tepe''ye çıkmıştı ve tepeyi siyaha bürümüşlerdi. Oradan gemiler görülebiliyordu ve en az 18 mil uzaktaydılar.
11 Şubat: Bugün bazı yaralılar kasabaya getirildi. Buca'daki hastanede bir çok yatak hazırladılar, ancak şehirdeki hastahanelerde yaralılara yer açmak için sadece hastaları getiriyorlar. Şimdi bu zavallı arkadaşlar acı çekiyor ve ne kadar da gereksiz yere insanlar ölüyor. Evelyn, ölmek üzere olanların Buca'ya getirildiğini ve oraya vardıktan birkaç saat sonra yaşamlarının sona erdiğini söylüyor.
25 Mayıs: Türkler, İtilaf Güçleri'nin bombardımanları ve insanlarının öldürülmesine çok kızgınlar. İngilizler ve Fransızlar'ı yeniden alarak konakta topladılar. O gün ne hissettiğimizi tahmin edebilirsiniz.
Dün öğleden itibaren toplamaya başladılar ve tüm gece devam etti.
4 Eylül: Buca'da şimdi de Avusturyalılar konaklamaya başladı. Tüm evlere yerleştiler. Bulabildikleri tüm Türkleri temizliğe yolluyorlar. Bir tane Türk jandarma izin almadan bir Avusturyalı'nın evine yerleşmiş. Sonra onu tutup sokağa attılar. Buna şahit olan Bucalıların nasıl da hoşuna gitmişti.
30 Mart 2017: Bugün büyük bir trajedi yaşandı. İki İngiliz uçağı saat 11.30 gibi çıkageldiler. Onları gökyüzünde izliyorduk. Sonradan nereden çıkageldiğini anlamadığımız bir Alman makineli tüfeği ile savaşa tutuştular. İki uçağımız da vuruldu. Hissettiklerimizi tahmin edebilirsiniz. Kalbimiz neredeyse duracaktı. Bu kötü anıyı gördükten sonra bir daha uçak görmek istemiyordum. Bomba atan büyük uçak kısmen vurulmuştu ve Küçük Paradiso'da Perokako'nun bağına iniş yaptı. Diğeri hızlı bir şekilde çakıldı. Muhtemelen içindekiler ölmüştür. Karataş'a düşmüş. Paradiso'dakiler yaralanmamıştı. Bir tanesinin bileği burkulmuş. Diğeri iyi durumdaydı ancak Karataş'takilerin ikisi de ölmüştü. Öğleden sonra Buca'ya gittim ve bileği burkulanı gördüm. Hastahaneye dönüştürülen Willie Rees'in evine götürülmüştü. Sadece on dokuz yaşında ve yakışıklı bir delikanlıydı. Onun için çok üzüldüm. Suratı asıktı ve öldürülen arkadaşları hakkında konuşamıyordu bile. Bu savaş ne kadar kötü bir şey. Zavallı yaralıyı sonradan alıp Alman Hastahanesi'ne götürdüler.
18 Aralık: En azından dış dünyadan biraz haber adlık. Charlie Giraud, hükümet tarafından İngilizler'e bir görev için gönderilmiş ve döndüğünde de herkese akrabalarından haber getirdi. En azından Lilla, Ruth'un evlendiğini öğrendi. Şimdiye kadar ismini bile bilmiyordu. Ayrıca Donald Pengelley'nin cephede öldüğünü öğrendik. Dün Pazar olduğundan dolayı Bay Ashe kilisede Donald, J. Holton ve W. Shotton için bir ayin yaptı. Ne kadar dokunaklı. Forbes'lerin tüm genç erkekleri ve Holton'ın arkadaşları oradaydı. Pengelley'nin eski sırasına oturduk. Kısa sürede ne kadar da çok şey değişti. Zavallı Becky acaba ne hissediyordur.
12 Mayıs 1920: Eski günlüğe elveda demek için bu bölümü ekliyorum. İşler beklediğimizden farklı gitti ve İngilizler İzmir'i Yunanlılara verdi. Yutulmayacak kadar büyük bir hap. Türkler çok kızgın ve Yunanlılar'a asla boyun eğmeyeceklerini söylüyorlar. Bir yıl önce Yunanlılar karaya çıkarken, Türkler'e karşı korkunç katliamlar yaptılar. Alithea ve ben, dört tanesinin öldürüldüğüne şahit olduk. Onları önce vurdular sonra da denize attılar. Ölmüş olmalarına rağmen arkalarından halen ateş ediyorlardı. Gördüğümüz bu ilk katliamlar hiç de iyi değildi. Şimdi Yunanlılardan nefret ediyoruz ve onlara hiç de yardım etmeyeceğiz. Kentin her yerinde cinayetler işlendi. Tüm fabrikalardaki kavaslar öldürüldü. Eğer Zoe Rees ve Alithea araya girip kendisini ellerinden almasa, zavallı yaşlı kavas Emin de öldürülecekti. Barbarlar! Şimdilik sular duruldu ancak Yunanlıların daha ne kadar gücü elinde tutabileceklerini bilmiyoruz. İzmir halkı bile artık bezdi ve burada olmalarını istemiyorlar. Türklerle barışın imzalanmasını ve sonrasında ne olacağını bekliyoruz. 8 Eylül'de yaşlı annemiz babasının yanına gömüldü. Oğullarını göremeden gitti ancak Rowley ve kızları yanındaydı. Tanrı ruhunu kutsasın. Güle güle.
Williamson'ın günlüğü burada bitiyor. Grace Williamson'ın anlattıkları Buca'daki günlük yaşama dair belki de en iyi kaynak durumunda. Buca'da bir çatışma olmasa da, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Buca'nın İzmir'e yakın konumu sebebiyle, savaşın sıcaklığını yakından hissettiği ve sık sık da hava saldırılarına maruz kaldığı anlaşılmaktadır. Paradiso'daki Amerikan Mektebi'nin profesörlerinden Caleb Lawrence'ın oğlu Arthur Lawrence da, günlüğünde Midilli'deki geçici askeri bir havaalanından kalkan Britanya savaş uçaklarının bir kaç sefer Paradiso'daki demiryolu hattını hedef aldığını yazmıştır. Lawrence'a göre, yine de her seferinde hedefi ıskalamışlardır. Atılan bombaların bazıları ise Amerikan Mektebi'nin çok yakınına isabet etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı'nda Buca'daki Levanten ailelerin de çocuklarını savaşa yolladığı görülüyor. Bunlardan en az on iki tanesi savaşta ölüyor ve üç tanesi de Buca köyünden: Rowland Donald Pengelley, John A. Holton ve Alfred E. Holton.
Buca ile ilgili bilinen hikayelerden biri de Rees Köşkü'ne savaş yıllarında el konulmuş olduğunun hikayesi. Pek çok kaynakta Rees Köşkü'ne Türk bir paşa tarafından el konulduğundan ziyade, kız okuluna çevrildiği ya da bombardımandan korunmak için alındığı gibi abartılı yorumlar yapıldığı görülüyor. ''Rees Köşkü & Levanten Malikanesinden Eğitim Fakültesine'' isimli kitapta da ''Vali Rahmi Bey'in okulları denizden gelebilecek bir saldırıya karşı korumak için'' köşke el koyduğu yazılmış. Bu bilginin hiç bir doğruluğu söz konusu değildir. Rees Köşkü'ne 1915 yılında, kız okuluna dönüştürülmeden önce Pertev Paşa tarafından el konulmuştur. Williamson'ın anılarından da Buca'da o dönemde pek çok eve el konulduğu açık bir şekilde anlaşılıyor. Rees Köşkü belli ki, savaş yıllarında askeri karargaha çevrilmiş ve sonraki yıllarda da muhtemelen hava saldırılarından korunmak için göstermelik olarak okula dönüştürülmüş. Rees ailesi savaş yıllarında Lesbos Adası'na yerleşmiştir. Savaşın başladığı zamanlarda önlem amacıyla ailesini alıp buraya yerleşen Rees ailesinin, iki çocuğunun da savaş yıllarında Çanakkale'de İngiliz donanmasında görev yaptığı bilinmektedir. Bu durum Türkler tarafında biliniyorsa, ki biliniyor gözüküyor, bu durumun da Rees Köşkü'ne el konulmasına sebep olduğu tahmini yapılabilir.
Rees Köşkü, Birinci Dünya Savaşı sırasında Buca'daki Türk birliklerinin karargahına çevrilmişti. ''Merchant Adventurers in the Levant'' isimli kitapta da savaş başladığında Buca'daki duruma ait bazı bilgiler mevcuttur. Savaşın ilk yılında Rees ailesinin gençleri Buca'daki büyük evlerinde yaşıyorlardı. O dönemde Osmanlı Devleti'nin hangi tarafta yer alacağı belli olmuşsa da, İtilaf Devletleri, Türkiye'nin boğazı kendilerine kapadığı 1 Eylül'e kadar savaş ilan etmediler. Kısa süre içinde, İzmir'deki Levantenler İtilaf Devletleri'ne yollamak için gönüllü bir birlik kurmaya karar verdiler. 25 Eylül 1914'te İngiliz Konsolosluğu'nda yapılan bir toplantıda, İngiltere'ye bu birliğin gönderilmesi kararlaştırıldı. Tommy Rees, kendi gemisini bu gönüllülerin tahsisine verdi ve pek çok Avrupalı aile de, maddi açıdan bu birliğe katkıda bulundular. Tommy Rees, önlem amacıyla ailesini alıp Lesbos Adası'na taşındı. Aralık 1914'te Londra'daki ofisine yazdığı bir mektupta, Atina'ya taşındıklarını ve böylesinin daha iyi olduğunu yazmaktadır.
Türkiye'de kalanlar için başta koşullar o kadar da kötü değildi. Resmen savaş ilan olunmuşsa da, Türk yetkililerin Britanyalı ailelere karşı kötü bir tutumu olmamıştı. Bliss'lerin Buca'daki eski evinde yaşayan Gordonlar da dahil olmak üzere, pek çok Britanyalı aile Buca'dan İzmir'e taşındılar ancak Kasım 1915'e kadar buradan yurtdışına gitmediler. İngilizler'in İzmir'i bombardımanından sonra İngilizler'i bir süre gözaltına aldılar ancak Vali Rahmi Bey İstanbul'dan gelen emirleri gözardı ederek Levanten aileleri kötü duruma düşürecek bir harekette bulunmuyordu. 1914'te bir süre Pertev Paşa tarafından Rees'lerin evine el konuldu ancak ''Merchant Adventurers in the Levant'' isimli kitapta paşanın mülke iyi baktığı anlatılıyor. Ayrıca Rees ailesinin açıkça karşı safta yer almasına rağmen, Mart 1916'ya kadar mülklerinin kamulaştırılmadığı yazıyor.
Buca'daki savaş yıllarına dair son olarak da ''Anglican Church Life in Smyrna and its neighbourhood 1636-1952'' isimli kitabın verdiği bilgilere bakalım. Vali Rahmi Bey'in İngilizler'e karşı olan iyi tutumu sayesinde Avrupalılar diğer bölgelerdeki vatandaşlarına göre daha iyi bir muameleyle karşı karşıyaydılar. Beş mile kadar dolaşabiliyorlardı. Papazlar izin almak kaydıyla kırsala gitme hakkına sahipti.
Yine de bazı ''tatsız olaylar'' olduğundan bahsediliyor. Savaşın başlarında İngilizler İzmir'i bombaladılar. Bunun üzerine Türk yetkililer eğer İngilizler bombalanan yerlerde tutulursa, bunun ilerideki hava saldırıları önleyeceğini düşündüler. İzmir'de yaşayan Avrupalı aileler hava saldırılarına hedef olan bölgelerde uyumaya zorlandılar. Gündüz ise serbestlerdi ve işlerine devam etmelerine izin verildi. Bayan Ashe'in kayınbiraderinin uyuduğu ev, sabah kendisi ayrıldıktan kısa süre sonra bombaların hedefi olmuştu ve kendisi ucuz kurtulmuştu.
6 Mart 1915'te tüm İngilizler polis karakoluna götürüldü. Hiç bir izahat verilmemişti. İstasyon yakınındaki İngiliz kulübü yatma yeri olarak seçilmişti ve yatak, yorgan ve yiyeceklerin burada tutulan aileler tarafından temin edilmesi istendi. Bayan Ashe, Buca'daki İngiliz cemaatin eşine ihtiyacı olduğu için eşinin serbest bırakılmasını istedi. Kısa süre sonra altmış yaş üstü herkesin eve dönmesine izin verildi. Bayan Ashe ise elli yedi yaşındaydı ve bundan dolayı bu izne dahil edilmedi. Sonraki saatlerde üç günlük tutulmadan sonra serbest bırakılma talepleri kabul edildi. Sonraki iki haftada İngilizler birer birer serbest bırakıldılar.
Savaş sırasında Buca'daki Ashe ailesinin yardım açısından çok şey yaptığında bahsediliyor. Kendilerine ait değirmene gelenler, yiyecek kıt olmasına rağmen asla geri çevrilmediler. Açlığın yanı sıra, bombalardan dolayı şehirden kaçanlar da vardı, hatta Türk Ordusu'nun kaçakları bile.
Hava saldırıları savaş boyunca devam etti ve bir keresinde iki İngiliz uçağı ünlü Alman pilot Buddecke tarafından düşürüldü. Mürettebat öldü ve Türk askerler ölülere utanç verici bir muamele yaptılar. Bu durum Almanlar'ın araya girmesiyle son buldu ve bir cenaze töreni düzenlendi. Tören St. John Kilisesi'nde Bay Brett tarafından yapıldı, tabutu Türk denizcileri taşıdı ve muzaffer Buddecke üstünde ''cesur rakibime'' yazan bir çelenk yolladı.
1917 yazında İngilizler Kadifekale'yi bombaladı. Bunun üzerine üç yüz İngiliz yerleşimci esir olarak Kadifekale'ye gönderildi ancak bombalama durmayınca serbest bırakıldılar.
Savaşın sonraki yılında fiyatlar artıp, kıtlık baş gösterince İzmir'e daha fazla İngiliz getirildi. Berne Konvansiyonu'na göre, değiş tokuş edilecek ve ülkelerine gönderileceklerdi. Çoğu 1916'da Kut'da esir alınan kötü durumdaki esirlerdi. İngiliz ve Hint esirler Paradise'daki (Şirinyer) yerde konakladılar. Amerikan Koleji'nin İskoç-Kanadalı müdürü Alexander Machlachlan kolej binalarını ve kampüsü onların tahsisine verdi ve Bay Ashe tarafından da ziyaret edildiler.
1915'te Gelibolu'da esir alınarak önce Afyonkarahisar'da esir kalan, 1918'de diğer askerlerle birlikte Paradiso'ya getirilen İngiliz askeri John Still de 1919'da yayımladığı ''A Prisoner in Turkey'' isimli kitabında, savaş döneminde Paradiso'da yaşananlardan bahsetmektedir. Afyonkarahisar'dan 300 kadar asker, başka bir kamptan kendilerine katılan bazı Hint askerlerle beraber trene bindirilip, İzmir'e getirilirler. Dönemin Valisi Rahmi Bey, Amerikan Koleji başkanı Alexander Machlachlan'ı çağırarak kendisine bir süre sonra Britanyalı savaş esirlerinin koleje ulaşacağı söylenen ve konaklama için gerekli hazırlıkların yapılmasını bildirilen bir telgraf verir. Vali sessiz kalır. Machlachlan ise hem dış dünyadan haber almak için hem de savaşta katkı sağlamak için bir fırsat ele geçirmiştir. Valiye, savaş esirlerini koleje getirme teklifi yapar. Kolej ve diğer binalarının, savaş esirlerini tutmak için daha uygun olacağını anlatır. Vali Rahmi Bey de ''Paradiso'daki Amerikan Koleji'nin Britanyalı savaş esirlerini tutmak için en uygun yer olduğunu mu düşünüyorsun?'' diye sorar. Gerekli garantileri aldıktan sonra da Vali ikna olur. İzmir'deki esirler Paradiso'ya getirilir ve hayal edemeyecekleri bir manzara ile karşılaşırlar. Yeşil bir kampüs ve yurttan, jimnastikhaneye ve hatta tiyatroya kadar bir sürü bina. İzmir'deki Britanyalılar ve kolej yönetimi kendilerine yemek getirirler. Aynı zamanda kolejde kendilerine giysi dikilir, banyo yapmaları sağlanır. 30 Ekim'de mütareke imzalanır ve esirlerin serbest bırakılması emri verilir. Kolej kapıları açılır ve esirler serbest bırakılır. Still'e göre, esirler İzmir'de bile istedikleri gibi dolaşabilecek bir rahatlığa kavuşurlar. Esirlerin bazıları İzmir'deki evlere alınırlar. Bazıları otellere yerleşirler. Bazıları ise kolejde bir süre daha kalmaya devam ederler.
Savaşın sona erdiği 1918 sonbaharıyla ilgili ise Emily Jane Holton'un günlüğünde yazan bazı notlar dikkat çekicidir. 13 Ekim 1918 günü bazı İngiliz savaş esiri subayların Paradiso'dan Buca'ya gitmelerine izin verildiğini ve dörtlü gruplar halinde, tercümanlar eşliğinde Buca'daki İngiliz aileleri ziyaret ettiklerini yazmıştır. Ayrıca 6 Kasım'da savaşın bittiği haberlerinin Buca'ya ulaşmasıyla beraber, Rum köylülerin Yunan bayraklarıyla sokaklara döküldüklerini ve tüm gece tezahüratlar yaparak yürüdüklerini, ''özgürlük'' diye bağırdıklarını belirtmektedir. Kiliselerde çanlar aralıklarla çalınmıştır. Ayrıca ayinler düzenlenip, azizlerin resimlerinin taşındığı bir alay yapılmıştır. Yine Holton'a göre, istasyonda bir kalabalık toplanmıştı ve evlere Yunan bayrakları asılmıştı. Türkler'de ise sessizlik hakimdi. Holton'un günlüğünde sık sık Levanten ailelerin ziyaretlerinden de bahsedilmektedir. Bu da demektir ki, 1918'in son aylarında Buca'da hayat normale dönmüştür.
- Sonuç -
Buca'nın Birinci Dünya Savaşı yıllarında sakin olduğunu iddia eden kaynaklar olsa ve köy içerisinde sükunetin korunmuş olduğu anlaşılsa da, bu sükunetin olağanüstü halin getirdiği bir sükunet olduğu anlaşılmaktadır. Buca, Birinci Dünya Savaşı sırasında adeta bir karargaha dönüştürülmüştür. Bunda elbette İzmir'e yakın konumu ve demiryolu ile bağlı olması, bunun yanı sıra büyük köşklerin bulunduğu bir yerleşke olması ve muhtemelen de köydeki Hıristiyan çoğunluklu nüfustan dolayı düşman kuvvetlerinin Buca'yı bombalamayacaklarına dair düşünce de etkili olmuştur.
Buca'nın Birinci Dünya Savaşı'nda hava saldırılarına hedef olduğu anlaşılmaktadır. Bu saldırıların etkili olmadığı aşikar olsa da, Türklerin Buca'nın hava saldırılarına uğramayacağı yönündeki düşüncelerinin yanlış olduğu buradan anlaşılmaktadır. Elbette Buca'da bir İngiliz toplumunun varlığı İtilaf Güçleri tarafından biliniyordu ve bu durumun Buca'nın daha da zarar görmesine bir derece de olsa engel olduğu söylenebilir. Zira, Grace Williamson anılarında tepelerdeki yerleşimlerin harabeye döndüğünü yazmıştır.
Buca'daki Rum toplumu hakkında ise çok fazla bir bilgiye verilmemiştir. Yine de, yerli halkın savaş boyunca evlerinde kaldığı tahmini yapılabilir. Doktor Manikopulo ve ailesinin Buca'daki bir klinikte yaralılara bakmak için çalıştığı düşünüldüğünde, Buca Rumlarının o dönem Türk Ordusu'na yardımcı olduğu anlaşılmakta olup, bu durumun istenerek mi yoksa zorla mı yapıldığı tartışılabilir durumdadır. O dönemde Buca'daki bedenen sağlıklı tüm erkeklerin zorla çalıştırıldığı, Grace Williamson'ın anılarında yazmaktadır. Ne tür işlerde çalıştırıldığı konusunda ise ayrıntılı bir bilgi verilmemiştir.
Buca'nın Avrupalı toplumunun ise savaş sırasında Buca'yı büyük oranda terkettiği açıkça görülmektedir. Yine de, varlıklı bu ailelerin maddi açıdan fazla bir sorun yaşamadığı ve hatta Barker ve Rees ailelerinin de Yunanistan'dayken büyük bir servet kazandığı görülmektedir. Özellikle Buca'da kalan Avrupalı aileleri ise zor günler beklemektedir. Evlerine el konulup, eşyaları pek çok kez ellerinden alınmış ve ordu ihtiyaçları için kullanılmıştır. Bazı aileler ise hava saldırılarına karşı birden daha fazla kez canlı kalkan olarak kullanılmış ve böylece İngilizler'in kendi vatandaşları dolayısıyla kritik mevkileri bombalamasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Buna ek olarak, Levanten ailelerin savaş sırasında işleri bozulsa da, Avrupalı kimliklerini ön plana çıkardıkları ve savaşta pek çok ailenin kendi ülkelerinin safını tuttukları anlaşılmaktadır. Buca'daki Avrupalı ailelerden en az üç tanesi, muhtemelen Avrupa'da Almanlara karşı savaşırken hayatını kaybetmiştir. Rees ailesinin iki çocuğu Çanakkale'de Türklere karşı savaşmıştır. Rees Köşkü'ne el konulmasında muhtemelen bu durum da etkili olmuştur. Tüm bu gelişmelere rağmen Avrupalı pek çok aile savaştan sonra Türkiye'ye dönmüş ve kötü bir muamele ile karşılaşmamıştır. Rees ailesine bile köşkleri iade edilmiştir. Levanten ailelerin Türkiye'yi esas terketmeleri Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra değil, İstiklal Savaşı'ndan sonra olacaktır.
Not 1: Williamson ailesinin evinin yeri bulunamamıştır.
Not 2: Pengelley ailesinin 1930'larda ikamet ettikleri ev Gavrili Köşkü'dür. Savaş döneminde oturdukları ev ise bilinmemektedir.
Bu yazı atalarimizintopraklari.com tarafından oluşturulmuştur. Tüm hakları saklıdır. Bu yazının tamamı ya da bir kısmı kitap, dergi ve gazetelerde kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
- Kaynakça -
levantineheritage.com/note23.htm
levantineheritage.com/testi52.htm
levantineheritage.com/testi42.htm
A Prisoner in Turkey, John Still, 1920
Anglican Church Life in Smyrna and its neighbourhood 1636-1952, Donald Simpson, 1952
Merchant Adventurers in the Levant: Two Families of Privateers, Consuls and Traders 1700-1956, Tom Rees, 2003
A Potpourri of Sidelights and Shadows from Turkey, Alexander Maclachlan, 1938
Dust and Ashes, Patrick Ashe, 1995